Lambdaistanbul Kapanmayacak!
Çoğunluğu genç lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüeller, Türkiye demokrasi tarihinin en zorlu, en devrimci sayfalarından birini yazıyor
80’li yıllarda henüz adı konulmamış bir örgütlenmenin başlangıcına tanıklık ettim. Bir gece kulübünde Pazar öğleden sonraları toplanmaya karar vermiştik. İlk birkaç hafta oraya gidip tek başıma beklediğimi hatırlıyorum. Sonra, iki kişi. Ertesi hafta beş kişi.
Sonrası, hayır, çığ gibi büyümedi. Ama yine de İstanbul’un her kesiminden, hayatın her alanından 30-35 kişi haftada bir gün orada toplanır, birbirini tanımaya çalışırdı.
Önemli olan, tanışmaktı. Şu dünyada yapayalnız olmadığının farkına varmak, öncelikli adımdı.
O kulübün, birkaç ay önce kafasına tabanca sıkarak, çoktan küsmüş olduğu dünyayı terk eden sahibinin maruz kaldığı polis baskısı yüzünden toplantılara yıllar süren bir ara verildi. Ama insanlar saklandıkları saçakaltlarından çıkmaya başlamıştı bir kere. Söze getirmenin, şu dünyaya karşı söz alma duygusunun tadına varmışlardı. Saatler boyu boğulurcasına anlattılar. Saatler boyu yutarcasına dinlediler. Her deneyim, ortak servetleriydi. Her hayat, dinleyerek, anlatarak, yanında durarak, dayanışarak kurtarılabilirdi.
Sonra başka bir kulübün gündüzlerine talip olundu. Bu kez biraraya gelen grup daha cesur, daha kararlıydı. Polis de boş durmuyordu hani. Birkaç ay süren toplantılardan sonra bu kez oranın sahibine yoğun tehditler yöneltildi. Bütün katılımcıları tanıyorlardı. Hem elebaşlarından Y.T. de yakın zaman önce Taksim’de Yeni Gündem binasının havaya uçurulmasını protesto etmek için gazete satmamış mıydı?
Toplumsal Araştırmalar Vakfı’na başvuruldu. Mırın kırın edenlere vakfın görevleri hatırlatıldı. O binanın bir salonu haftada bir geylerin toplanmasına tahsis edildi.
O günlerden bugüne, en empati canavarı heteroseksüel okurun bile tahmin edemeyeceği acılardan, zulümlerden geçildi. Bir arada durdukça; dünyayı birlikte dinledikçe; bir vatandaş olduğunun, bir insan olduğunun, bir dost olduğunun farkına vardıkça güç kazandı, hareket.
Adı Lambda oldu. Kaos oldu.
Şimdi, AB ile bir şekilde ilintilenmiş olmanın dayattığı bir zorunluluk yüzünden, varlıklarının bastırılıp inkâr edilmesi yolunda devletin attığı adımlar sarsak.
Çoğunluğu genç lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüeller, Türkiye demokrasi tarihinin en zorlu, en devrimci sayfalarından birini yazıyor.
Homofobinin en yaygın hobi, mizojininin milli spor olduğu memleketimizin neresini sıksan şehit fışkıracak topraklarında, her şeyden önce şanlı bir vatandaşlık dersi veriyorlar hepimize.
Vatandaşlık haklarını talep ediyorlar. Anayasanın güvence altına aldığı eşit hak ve özgürlük haklarını talep ediyorlar. Ayrımcılık karşısında susmayı reddedip arazi olmaya gönül indirmiyorlar.
Onlardan derneklerinin adını, tüzüklerinin gerekçesini değiştirmeleri isteniyor. Kimliklerini yeniden gizlemeleri, cinsel kimlikleri nedeniyle yine boyun büküp alttan almaları isteniyor.
Memleket nüfusuna ve dünya hukukuna, bu memleketin farklı şartları, farklı tahammül sınırları hatırlatılıyor yine. ‘Genel ahlak’ tepemize asılıyor yine, en ahlakdışı haliyle.
Bu insanların varlığı artık reddedilemiyor. İran zorbası Ahmedinecad’ın bütün dünyayı güldüren çıkışındaki gibi yok sayılarak ebedi bir ruh sürgününe yollanamıyorlar. Ama tekrar gizlenmeleri, görünmez olmaları emrediliyor. Otoritenin en doğal diliyle. Homofobiyi bu ülkenin mutlağı ilan eden bir dille.
Homofobiyle yalnız LBGTT (lezbiyen, gey, travesti, transseksüel) örgütlenmeleri değil yeni bir dünyanın hasretiyle yanıp tutuşan herkes mücadele etmek zorunda.
Tekrar edelim.
Homofobi, zurnanın zırt dediği yerdir.
Aslında insanlık tarihinin henüz ilkçağında yaşadığımızı kabul edelim önce. İnsanların hâlâ oldukları için, oldukları yüzünden rahatlıkla kategorize edilip hayatın belirli katmanlarına hapsedildiği bir tarih kıyısından konuşuyoruz. Büyük aydınlanma hareketinden başlayarak modernitenin de eşcinsel bir hayat okumasını kendi sorunsallarından biri olarak görmediğini biliyoruz.
Homofobinin kapsama alanı koskoca bir insanlık tarihi ve dünya kültürlerinin bütünüdür.
Tarihi ve insanlığı iki ayağının üstünde tutan erkeklik mitolojisinin çatlama noktasında bütün dünya ayağa kalkar.
Yepyeni bir dünya tasavvuru için yola çıkanların da sonunda gelip çarptıkları duvardır, homofobi.
Her şey tahayyül edilebilir, ama erkeğin erkekle, kadının kadınla kurduğu hayat yoldaşlığı ya da açıkça yaşanan cinsellik alanı, sınırları saptanıp denetim altında tutulması gereken bir tehlike olarak görülür.
Herkesin kafasında, ruhunun kuytusunda heteroseksüelliğin asal, doğal, düzgün, meşru olduğu; eşcinseliğin ise bir sapma, bozuşma, çatlak, ikincil, gayrimeşru olduğu bilgisi kayıtlıdır çünkü. Bu maalesef, hem de yoğun olarak eşcinseller için de geçerlidir.
Dolayısıyla homofobi , heteroseksüel dünyayla eşcinsel dünya arasına gerili bir perde değildir. Her iki dünyanın da içinde varolup soluk almaya çalıştıkları ruh iklimidir.
Hepimiz homofobiğiz.
Dilimizin sentaskı aksine izin vermiyor çünkü.
Dünyanın ve tarihin biçimlenişi, bu arada çeşitli yüzler denemiş olan Otorite’nin erkekliğin ve kadınlığın imkanlarını belirlemiş olması eşcinselliği barbarca bir varoluş, düzenbozan bir çetecilik hareketi olarak kaydetmiştir. Dilimize, dinimize, hatta genlerimize. Sonuçta popüler alanda sunuluşunda da yerleşik, hiç sorgulanmayan homofobinin salyalı dişleri görünür.
Eşcinsellik bir kimlik olarak kabul edilemez; kamusal alanda bir özne olarak var olamaz, ancak bir konu olarak işlenebilir. Başını haftalık haber dergilerinin çektiği salyalı bir tecessüsün nesnesidir eşcinsellik. Konunun örnekler, tanıklıklar, deneyimlerle güçlendirilmiş sunumu tamamıyla şaşırtmaya, iç gıcıklamaya yöneliktir. ‘Avam’ magazinlerin bayağı ve alaycı diline alternatif olarak daha kıyıcı, adeta devletin hoşgörü bakanlığının tamimlerine yaraşır bir dil. Demokrat, haddini bildiği sürece nesnesini hoşgörüyle kucaklayıp aşağılayan bir dil. Bu dilin daha da incelmiş olduğu kimi demokrat yazarlarda da eşcinsellik, gerçeklikten çok ‘izin verilmesi’, ‘hoş görülmesi’, ‘haddinin hududunun saptanması gereken bir modernite sorunsalı’ olarak algılanmakta. Bu hoşgörü sporunun rekortmenleri homofobinin en güçlü avukatlarıdır.
Eşcinseller bir yandan itirafa zorlanmakta öte yandan siyasi bir kimlik olarak varolabilecekleri hiçbir alan oluşturmalarına izin verilmemektedir. Hoşgörüyle terbiye edilmiş hayatlara izin vardır yalnız.
Bundan sonrası cinsel kimlik siyasetinin kısıtlayıcılığına karşı uyanık olup bütün dünyayı kucaklayacak bir hayat tasavvuruna çalışması gereken eşcinsellere düşüyor. Kendi en derinlerinde uğuldayan homofobiyle mücadele etmeli geyler.
Homofobiyi kendilerinde yok ederek, kendi homofobilerini alt ederek, dünyaya bunun mümkün olduğunu göstermeliler.
Özür dileyen mağdur diline bir an olsun yüz vermeyerek, kendini heteroseksist dünyaya kabul ettirebilmek için ‘biz de sizin gibi sıradan insanlarız’ palavrasına sığınmadan, bambaşka bir dünyanın sözcüleri olmak, hayatın müttefikleri yanında yerini almak, zorlu bir varoluş biçimi. Ama zorunlu da.
Onun için Lambda derneğini kapatmaya yönelik çabaların karşısında duralım.
Kaos, Lambda ve diğer LBGTT örgütlenmelerinin bu memleket demokrasisi için ne kadar hayati olduğunu unutmayalım.
Konuya gündem sıralamasında hiç yer vermeyip kayıtsız kalan, tuzukuru cinsel kimlikten okurlara da Kaos GL dergisinin alınlığında yazagelen sloganı yolluyorum:
Eşcinsellerin özgürlüğü, heteroseksüelleri de özgürleştirecektir!
Kaynak: Radikal.com.tr Yıldırım Türker Arşivi.
|