Eşcinsellik bize yabancı değil çünkü...
Absürd komedi, korku, polisiye gibi farklı türleri sahnesine taşıyan Tiyatro Ak`la Kara, sezonun yeni oyunlarından `Kuş Kafesi`ni seyirciyle buluşturdu. Eşcinsel bir çiftin `çılgın` hikayesini konu alan oyunu, tiyatronun kurucularından ve oyuncularından Savaş Özdural`la konuştuk: "Sahneleri kapatırsınız sanat sokağa iner, sokakları kapatırsınız bodrum katlarında seyircisiyle buluşur."
Kuş Kafesi konusu itibarıyla sisteme karşı duran bir oyun. Bu oyunu seçme sebebiniz nedir? Orjinal ismi ‘La Cage Aux Folles’ olan bu Fransız oyunu uzun yıllardır dünya sahnelerinde oynanmakta. Hatta son yıllarda müzikali yapıldı ve hem Broadway’de hem de Avrupa ’nın çeşitli ülkelerinde gişe rekorları kırıyor. Yıllar önce bizde de Ali Poyrazoğlu tarafından ‘Çılgınlar Kulübü’ ismiyle oynamıştı. Bizim için öncelikli olan oyunun ana çatısının sağlam olması. Çeşitli tarzlarda oyunlar oynarken her sene bir de komedi oyunu sahneliyoruz. ‘Kuş Kafesi’ de seyirciyi yakalayan, dinamiğini her an sürdüren ve finale çok güzel tırmanan bir komedi. Tiyatro görevi gereği her oyunla sisteme karşı durur zaten. Ama eşcinsellerin olduğu bir oyunun bize çok da yabancı olduğunu düşünmüyoruz çünkü Türkiye ’de gizli ya da açık çok fazla eşcinsel var.
Oyunda eşcinsel bir karakteri canlandırıyorsunuz. Rolünüzün zorlu tarafları nelerdi?
Bir oyuncu olarak bütün karakterler zordur tabii. Ama çoğu karakterde kendinizden bir şey bulabilirsiniz ve onun üzerine gidersiniz. Beni bu karakterde en çok zorlayan o oldu. İçimdeki feminen tarafı bulmak ve ortaya çıkarmak uzun bir süreç aldı. Çok fazla gözlem yaparak yönetmenimiz Atilla Şendil ile uzun uzun çalışarak takma olmayan, kimseyi taklit etmediğimiz, Savaş eşcinsel ya da kadın olsaydı ne yapardı, nasıl davranırdı gibi sorulardan yola çıkarak bir yere varmaya çalıştım.
Benim karakterim Albin, 15 yıldır George (Levent Ünsal) adında bir eşcinselle yaşıyor. Beraber Kuş Kafesi adında bir travesti kulübü işletiyorlar. Günün birinde George’un oğlu Laurant (Can Esendal) gelerek muhafazakar bir ailenin kızıyla evleneceğini, ailenin oraya gelerek onlarla tanışmak istediğini ve 3 gün boyunca heteroseksüel erkekler gibi davranmaları gerektiğini söylüyor. Tabii bu oyunun oynanabilmesi için tam bir travesti kulüp görünümündeki evlerinin dekorunun değişmesi Albin ve George’un davranışlarından kılık kıyafetlerine kadar değişmesi ve hatta uşakları Jacob’un (Mustafa Dinç) evde yarı çıplak dolaşmaktan vazgeçmesi gerekiyor. Bu çılgın oyuna Laurant’ın uzun zamandır ortalıkta olmayan annesi Simone da (Pelin Turancı) katılacak. Fakat muhafazakar ailenin geldiği gün (Taylan Atlıhan-Arzu akın ve Ilgın Angın) Simone ortada görünmeyince Albin mecburen kadın kılığına girerek anneyi oynamaya başlıyor. Yemeğin ortasında Simone da eve gelince hizmetçi olarak tanıştırılıyor. Olaylara bir de muhafazakar milletvekili adayının fotoğraflarını çekmek isteyen kulüp çalışanı (Arda Meriçliler) eklenince oyun, herkesin kadın şov kıyafetleri giyerek kulüpten tanınmadan kaçmaya çalışmasıyla biten finaline doğru çılgınca ilerliyor.
Oyun hazırlığınız ne kadar sürdü? Bir uyarlama söz konusu oldu mu?
Temmuz ayında başladık provalara. Kasım başında prömiyer yaptık. Başta 1-2 ay sadece tarz ve tavırlar üzerine çalıştık. Dans koreografisiyle uğraştık. O kısımları halledince gerisi çorap söküğü gibi geldi. Bir uyarlama yapmadık. Orijinal Fransız isimleri ve mekanlarıyla oynuyoruz. Ama 70’lerde geçen oyunu günümüze taşıdık.
TV’ler reyting kaygısına göre dizi ve oyuncu seçiyor? Siz sahneleyeceğiniz oyuna neye göre karar veriyorsunuz?
Tiyatro Ak’la Kara kurulduğu günden itibaren bir prodüksiyon tiyatrosu oldu. Her yıl çok farklı tarzlarda oyunlar sergiliyoruz. Bugüne kadar komedinin yanı sıra polisiye, dram, illüzyon tiyatrosu, korku tiyatrosu, absürd komedi gibi pek çok tarzda oyunlar hazırladık. Oyunları seçerken ve oynarken en önemli unsur kalite. Biz seyirci olarak başka tiyatrolarda görmek istemediğimiz ucuz, belden aşağı, ajitasyon, küfür, abartılı cinsellik gibi olgulardan uzak duruyoruz. Yaptığımız işi ciddiye alıyor, çok seviyor ve çok da saygı duyuyoruz. Oyun ve oyuncu seçiminden seyirci tuvaletlerine kadar her şeyin en iyisi olmasına çalışıyoruz. Böyle davranınca seyirci de gereken ilgiyi gösteriyor. Her şeyin sadece reyting denen o yalan mekanizmadan oluşmadığını 3 sezonda 50.000 seyirciye ulaşarak kanıtladık.
Oyunla ilgili nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?
Aslında bu oyun seyircinin çok iyi bildiği ve defalarca seyrettiği bir eser. Robin Williams’ın oynadığı aynı adlı film sayesinde oyunun başından sonuna seyirci ne olacağını biliyor. Ama bakalım nasıl halletmişler, tiyatro sahnesinde aynı keyfi alabilecek miyiz diye gelen çok seyirci var. Finaldeki coşkulu alkış ve oyun sonunda dakikalarca bizi fuayede bekleyerek tebrik etmek isteyen seyircileri gördükçe iyi bir iş yapmışız diyoruz.
Tiyatronun üzerindeki baskının gittikçe arttığı, gözlerin eleştirel tiyatro oyunlarına çevrildiği bir dönemde, sistemin dışında duran bir oyun sahneliyorsunuz… Böyle bir dönemde bu oyunla bir risk aldığınızı düşünüyor musunuz?
Ödenekli tiyatrolar için evet bir baskıdan söz edebiliriz ama özel tiyatroların durumu bence farklı. Kimse size bu oyunu oynayamazsın demiyor, en azından şimdilik... En fazla özel tiyatrolar için verilen devlet yardımınızı kesiyorlar. Ama özel tiyatro yapan kimsenin bu desteğe güvenip de tiyatro açtığını sanmam. Öyle bir destek gelirse piyango gibi olur ama gelmezse de siz yolunuza devam edersiniz. Desteğine tek güvenmeniz gereken olgu seyircidir. Siz işinizi iyi yaparsanız seyirci sizi şehrin öbür ucundan bulup geliyor. Asıl risk yaptığınız işe güvenmediğiniz noktada başlıyor bence.
Eşcinsellik Türkiye’de dillendirilmekten kaçınılan bir konu. Bu oyunu seçmenizin özel bir sebebi var mı?
Aslında eşcinsellik açık açık konuşulmasa da ülkemize çok yabancı bir konu değil. Bu olguyu çirkinleştirmediğiniz, bayağılaştırmadığınız sürece insanlar sizin ne olduğunuzla değil ne yaptığınızla ilgileniyor. Öyle olmasaydı bu ülkede bir sanat güneşi, bir diva bir huysuz şovmen ortaya çıkamazdı. Gece kulüplerinde eşcinsel, travesti ya da sadece şov için öyle giyinen insanlara rastlayamazdınız. Ama bütün bunlar Türkiye gerçeğinde ve tarihinde var. Tiyatroda bir süredir eşcinsellerin sorunlarıyla ilgili, onların dışlanmışlıklarını anlatan oyunlar oynanıyor. Ama işin bir de eğlenceli tarafı var. Evet, eşcinselliğini yaşamakta zorlanan insanlar var ama keyifle yaşayan ve yaşatanlar da var.
TÜSAK’ı da düşünürsek, son dönemde genel olarak Türkiye’de sanatın muhafazakarlaştırılmaya çalışıldığını düşünüyor musunuz?
Siz ne yaparsanız yapın sanatı bazı kalıplar içine sokamazsınız. Sanat tanımı gereği zaten başkaldırı için doğmuştur. Sağ görüşlü bir sanatçı sol görüşe, sol görüşlü bir sanatçı sağ görüşe karşı çıkar. Sanat yapmanın o kadar çok yolu var ki, dünya tarihinde en acımasız diktatörler bile onu kendi istedikleri kalıba sokamadılar. Sahneleri kapatırsınız sanat sokağa iner, sokakları kapatırsınız bodrum katlarında seyircisiyle buluşur. Hiçbir yönetim sonsuza kadar var olmamıştır. Ama bunun aksine sonsuzluğa ulaşan pek çok sanatçı vardır. TÜSAK çıkacak mı bilmiyorum, ama çıkarsa ve siz TÜSAK’ın dayattığı sanat biçimini benimsemiyorsanız oradan destek almadan kendi başınıza istediğiniz oyunu oynarsınız. Bunu kimse engelleyemez. Bence Devlet ve Şehir Tiyatroları oyuncularının konuya bir de buradan bakması lazım.
Ak’la Kara Tiyatro’nun ideolojik bir tavrı ya da doldurmak istediği bir boşluk var mı günümüz tiyatro dünyasında?
Biz öncelikle tiyatro yapmak için çıktık yola. Kaliteli, seviyeli 2014 Türkiyesi’ne yakışan dinamikte ve görsellikte tiyatro yapıyoruz. Seçtiğimiz oyunların hep aynı, belli şeyleri tekrar eden bir politik tavrı yok. Ama tabii ki her oyunun verdiği bir mesaj var. Bu mesaj illa politik olmak zorunda değil. Mesela bu sene oynadığımız diğer oyunumuz ‘Kelebekler Özgürdür’de tiyatromuzun kurucu ortağı Kerem Kobanbay doğuştan görme engelli birini canlandırıyor. O oyunda görme engellilerin toplumca nasıl karşılandığını, ailelerinin sevgililerinin onlara bakış açısını ve bir görme engellinin gözleri olmadan da dünyadaki pek çok şeyi görenlerden daha iyi gördüğünü anlatıyoruz. Oyunun en sevdiğim cümlesi şu : ‘Hiç kimse görmek istemeyen birinden daha kör değildir.’
Geçen sene sahnelediğimiz ve bu sene de devam eden klasik oyunumuz ‘Cyrano De Bergerac’ta, sadece tek bir kişinin sisteme nasıl karşı çıkabildiğini, haksızlığın karşısında durup, nasıl ezilmişlerin kahramanı olabileceğini anlatıyoruz. Bir yandan da aşkın mutlaka sahip olmak demek olmadığının altını çiziyoruz.
Kaynak: www.radikal.com.tr 11.12.2014
|
|
Eklenme Tarihi : 11.12.2014 |
Haber Editörü : PikeAS |
«« GERi
|
Bu haber 351400 kez okundu.
|
Haberi Paylaş |
Face
|
Blog
|
Frien
|
Mysp
|
Twit
|
|
Not: Bu sayfalarda yer alan yorumlar kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan gabile.com sorumlu tutulamaz.
Habere Yorum Yaz |
Bu habere yapılmış bir yorum bulunmamaktadır |
Yorum yazmak için login olunuz
|
|